Müzik Hayatın her yerinde var. Giden bir trenin arkasından perküsyonu ya da rüzgar eserken kavak ağaçlarından marakası dinleyin…
Ne güzel de eşlik eder bir şancı gibi, bağıran simitçi Ahmet Abi’ye mahallenin en güzel ablası, topuklu ayakkabılarıyla. Öyle ya, sahnedeki Madonna’dan ne farkı var Ayten Abla’nın?
Şiirin de bir melodisi var kendi içinde. Öyle değil mi? Kim bilir hangi şarkı hatırlattı Cemal Süreya’ya o kadını? Ne yani, başka nasıl yazardı Üvercinka’yı?
Bir şarkı çalar, bir melodi… ya da ne bileyim, zamansız bir kavak hışırdar da hatırlarsın, O’nu nasıl sevdiğini. O melodiyle yaşar, uyur, uyanırsın. O melodiyle aşık olursun bir başka kadına.
Öyle ki, bağımsızlığını anlatırsın o melodiyle. Baharın gelişini kutlarsın mesela. O melodiyle teneffüse çıkar, o melodiyle gidersin namaza. Tüpçü bile o melodiyle gelir, hatırlasana.
Ne kadar da hayatın içinde müzik… Nasıl da sarmış bizi.
Müzik; Taksim’de isyan, Kız Kulesi’nde aşktır. Dağda çobana arkadaştır. Belki hatırlatır eski sevgilini ama yeniden aşık olman için tek ihtiyaçtır.